10 Eylül 2009 Perşembe

Toprağın verdiği lezzetle güveçte yumurta


Toprağın verdiği özel bir tat mı yoksa pişirme tekniğinden mi bilemiyorum ama güveçte pişen yemeğin tadı ayrı sanki daha bi lezzetli oluyor. Yoksa bu sadece insanoğlunun eskiye olan özleminin bir bahanesi mi? Ninelerimiz dedelerimiz hep toprak kapta pişirirlermiş, şimdiki güveçler de onların modern halleri değimli sonuçta.

Babam bu aralar güvece takmış durumda. Aklına gelen her şeyi güveçte pişiriyor, ve inanılmaz lezzetli yemekler elde ediyor.

Pazar günü sabah sekizden itibaren maruz kaldığımız elektrik işkencesi sebebi ve Yusufhan Bey’in Pazar ve tatil gibi bir ayrımı olmayıp anneciğini her zamanki gibi altı buçukta uyandırmasından sonra, bari babamız uyanmasın diye kendimizi sokağa attık. Pazar Pazar çok fazla alternatifte olmayınca annemleri görelim diye yanlarına gittik. Bizi mis gibi yumurta kokusuyla karşıladılar ki anlatamam. Sağlık nedenlerinden dolayı oruç tutamayınca, onlar için Pazar kahvaltılarında bi değişiklik olmadı, babamda kahvaltıda güveçte yumurta yapmış ama benden kaçıramadılar, yakaladım.

Hemen sizinle paylaşmak geldi aklıma ve tarifini almadan bırakmadım babamı.
İşte kahvaltı için süper bir lezzet: bu tarif dört kişilik yani dört adet kase güveç gerekmekte.

Yarım kangal sucuk ( ev yapımı, biz pek güvenemiyoruz markettekilerin etine ve annemle birlikte evde hazırlıyoruz.)
1 adet soğan
1 adet domates
2 adet yeşil biber
4 yumurta
Zeytinyağı
Kırmızı pul biber

Sucukları doğrayıp bir tavada hafif pişirin.

Kase güvecin en altına bu sucukları yerleştirin, Sucuğun üstüne halka halka doğranmış soğan, yeşil biber, en üste de yine halka doğranmış domatesten ekleyip, bir tatlı kaşığı zeytinyağı ve tuz ekleyip bir kere karıştırın, bunların üstüne birer tane yumurta ekleyip biraz daha tuz serpiştirin. (Domateslerde önceden olacağından çok fazla tuz serpmeyin sadece yumurtayı tatlandırmak için) önceden 220 derecede önceden ısıtılmış fırına koyun. Yumurtalar zaten çok kısa sürede pişiyor. Yumurtalar pişince çıkarıp afiyetle yiyebilirsiniz.

Şimdiden hepinize afiyet olsun.
Devamını Oku!

9 Eylül 2009 Çarşamba

TINTIŞ ÇORBASI



Öncelikle (http://www.blogger.com/orguoyuncakcinine.blogspot.com/) örgücü nineye hoş geldiniz demek istiyorum, benim bu bloğumdaki ilk iyem ve takip edildiğini bilmek bana cesaret verdi. Çok teşekkürler. Şimdilik örgücü ninem için çorba tarifini veriyorum, inşallah bu akşam bilgisayarın azizliğine uğramam ve çektiğim fotoğrafları da ekleyebilirim. İşte size biraz değiştirilmiş olarak “Tıntış Çorbası”


(sonunda yükleyebildim :))
2 adet tavuk budu

  • 1 adet soğan

  • 1 çay bardağı mısır unu

  • Tuz

  • 3 ymk kaşığı Süzme yoğurt

  • 1 yumurta

  • Tereyağ

  • Kırmızı biber

İki adet tavuk budunu bir bütün soğan ve bir tutam tuzla haşlayın. . Butlar piştikten sonra didikleyin



Soğanı alıp atın ( tavuğun kötü kokusunu almış oluyor). Tavuk suyunu bir süzgeç yardımıyla başka bir tencereye süzün, böylelikle soğan parçaları ve pütürler olmuyor. Bu suyun içine bir çay bardağı mısır ununu ve didiklenmiş tavuk parçalarını ekleyip iyice karıştırın. Bulamaç haline geldikten sonra, kaynayıncaya kadar karıştırın. (burada çorbanın koyuluğuna göre biraz suyu artırabilirsiniz.) İyi karıştırmayınca unlar topaklanıyor. Kanadıktan sonra bir taşım daha kaynatıp, ocaktan alın. Ayrı bir tavada üç yemek kaşığı süzme yoğurt ve bir yumurtayı iyice çırpıp kaynayıncaya kadar pişirin. Çorbanın suyundan azar azar yoğurt karışımına ekleyin, ikisi aynı ısıya gelince yoğurdu çorba tenceresine döküp karıştırın. Sonrasında blendırdan geçirin. Üstüne tereyağ ve kırmızı biber döküp servis yapabilirsiniz..

Afiyet olsun.


Devamını Oku!

8 Eylül 2009 Salı

RAMAZAN GÜLLACI

Ramazanın olmazsa olmazlarından sanırım güllaç. Aslında Gaziantep’e özgü bir yemek değil, pek fazla da bilinmez burada. Kardeşimin aklına geldi, bol narlı bir güllaç olsa da yesek diye. Ben de hemen harekete geçip hafta sonu güzel bir güllaç yaptım, narlar annemden, geriye kalanlar benden. narların sert olması dışında o kadar güzel olmuştu ki fotoğraf çekmeye fırsat kalmadı.

Ben bir şeye sinirlenince veya çok sıkılınca kendimi hemen mutfakta buluyorum, ve yemek tatlı, pasta aklıma ne gelirse yapıp rahatlıyorum. Cumartesi de böyle günlerimden biriydi. Yusufhan sabah altı buçukta uyandı ve sürekli bir vızırtı halindeydi. Durmadan ağlıyor, uyumak istemiyor, kıvranıp duruyordu. Bi ara dışarı çıkardım ama orda da sonuç değişmedi. Eve geldiğimde babasına teslim edip kendimi mutfağa zor attım. Malum bi hafta önce kardeşime yaptığım güllacın fotosunu çekmek kısmet olmamıştı, ben de onun için harekete geçip yeni bir tane yaptım. Bir yandan da ilkini oğluşuma yaptığım bir yerlerden tıntış çorbası olarak aklımda kalan bir çorba vardı iftar için onu hazırladım. Aslında çok fazla fotolar çekmiştim, ikisinden de ama ne olduysa aktarmayı başaramadım, sadece güllaca ait bir resim var. Diğer fotoları mecburen sonra ekleyeceğim, çorbayı da fotoğrafıyla birlikte anlatırım artık. Buyrunuz ağzınıza layık ramazan güllacı
Marketten aldığım güllaçları kare borcama sığacak şekilde parçalara böldüm. Ben hepsini bitiremeyeceğim için yarım ölçü kullandım ve, bir buçuk litre süte 1+1/4 bardak toz şeker ve bir paket vanilya ekleyip şeker eriyinceye kadar ısıttım. Sonrasında güllaç yapraklarının her katına sütlü karışımdan ekleyip tamamen ıslanmalarını sağladım.

Arada katlara bol bol fındık kırığından ekledim, ceviz koymuyorum çünkü ceviz kararma yapıyor, sonrasında en üst kata, minik minik doğradığım kuru incir, üzüm ve kuru kayısıyla süsledim. Biraz da Gaziantep mutfağının olmazsa olmazı antep fıstığı döktüm. Bu seferkine nar koymadım, çünkü narın çekirdeklerinden pek güllacın tadını alamamıştık. Umarım açıklayıcı bir anlatım olmuştur. Afiyet olsun…

Devamını Oku!

3 Eylül 2009 Perşembe

Yusufhan




işte bu benim bitanecik oğluşum. burada tam 10 aylık. Bana yalan gibi gelen annelik duygusunu tatmama sebep olan şey. Öyle ki onunla ilgili bir şey anlatırken bile gözlerimin dolmasına sebep oluyor. Hep derlerdi de inanmazdım, o yer sen doyarsın diye. Hadi canım derdim, nasıl da abartıyorlar. Yaşamak gerekmiş, şimdi ağzına götürdüğü her lokmada içimi bi huzur kaplıyor. Önceleri sürekli ağlayan bir canavarla uğraşıp ne yapacağını bilmeden dolaşırken şimdi, ikimizde birlikte büyüdük galiba, artık birbirimizin dilinden çok iyi anlıyoruz. Ve birbirimizi çok hem de çok seviyoruz. Hani derler ya sadece evlat sevgisi karşılıksızdır diye. Bunu diyen halt etmiş bence. Düşünsenize, siz kızsanız bile anne diye ağlayıp size sarılan bir şey var. Aslında bizim daha daha fedakar olmamız gerekiyor bence. O bizi o kadar karşılıksız severken. Sadece sabır gerekiyor, onunla ilgilenirken en önemli şey bu galiba sabır., Yemeğini yedirirken,gazının çıkmasını beklerken, o ağlarken ve sen hiçbirşey yapamazken, kısacası her an sabırlı olunca işler de kendiliğinden düzeliyor galiba. Uyuması için bu kadar çabaladıktan sonra, özledim yine keratayı



Bu ilk doğduğu gün :)

Devamını Oku!

25 Ağustos 2009 Salı

MERHABA,

SELAM,



bu kaçıncı yazıp silmem acaba, ve devamında kaç kere daha yazılıp silinecek :) ilk olunca böyle oluyor galiba :)



blog akımına ben de bi katkı sağlamak istedim sanırım. sohbet etmek hem de hemfikir olunan antep mutfağındaki ürünleri paylaşıp, herkese antep mutfağını sevdirmek. Çalışmalar bu blogun kurulması ile başlamış bulunmakta. Umarım maymun iştahlı biri olmam da devamı da gelir.



şimdilik bu bi başlangıç olsun, bakalım neler gelecek devamında. Acemi bi blog yazarı olarak desteklerinizi bekliyorum.
Devamını Oku!